FİZİK PROJE ÖDEVİ
Mekanik bilimi, ideal durumları inceleyen Rijit cisimler mekaniği ve gerçek durumları inceleyen Sürekli ortamlar mekaniği olmak üzere iki ana kısımda ele alınabilir.
Elektrikteki yükler, yine diğer yükler üzerine etki gösteren bir elektromanyetik alan üretirler. Elektriğin ortaya çıkışının ardında birçok fiziksel nicelik yatar:
elektrik yükü: Atom altı parçacıkların, elektromanyetik etkileşimlerini belirleyen bir özelliktir. Elektriksel olarak yüklenmiş bir madde, elektromanyetik alanlara etkir veya onlardan etkilenir.
elektrik alan (bakınız: elektrostatik): Bir elektrik yükünün hareket etmemesi halinde bile dışarıya verebildiği elektromanyetik alanı niteler (örneğin, ortada herhangi bir elektrik akımının olmaması). Elektrik alan, çevresindeki diğer yükleri kendisine doğru çeken bir kuvvet üretir.
elektrik potansiyeli: Bir elektrik alanın, herhangi bir elektrik yükü üzerindeki iş yaptırabilme kapasitesine denir. Volt değeri ile ölçülür.
elektrik akımı: Elektriksel olarak yüklenmiş parçacıkların hareketine veya akışına verilen isimdir. Amper değeri ile ölçülür.
elektromıknatıslar: hareket eden yükler, manyetik alan oluştururlar. Elektrik akımı manyetik alan üretir, ve aynı şekilde değişen manyetik alanlar da elektrik akımı üretiler.
On yedinci ve on sekizinci yüzyıllara kadar teorik olarak anlaşılması zor olmasına rağmen elektriğin varlığının üzerinde geçmişten süregelen çalışmalar mevcuttur. Bu teorik anlama olayının üzerinden geçen sürede bile elektriğin pratik olarak uygulama alanları kısıtlıydı. On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru elektriğin, mühendislerce endüstriyel ve tüketici kullanıma uyarlanmasıyla pratikte kullanımı yaygınlaşmıştır. Elektriğin bu olağanüstü sayıda çeşitlilikte varlık göstermesi, onu birçok uygulamada kullanım imkanını da sunar. Bunlara örnek olarak ulaşım, ısınma, aydınlatma, iletişim teknolojileri ve bilişim teknolojileri verilebilir. Elektriksel güç ise bugünkü modern endüstriyel alanların iskeletini oluşturmaktadır.
Einstein’a göre , mıknatıssal güç, elektrik alanı içerisinde gerçekleşen bir huzursuzluğun (eksicik devinimi), yüklere dik olarak etki edip onları eski konumlarına iter. Bu yüzdendir ki, mıknatıslık da, Görelilik kuramı’nın doğrudan bir sonucu olarak, temelde bir elektriksel olgu olarak ele alınır…
Klasik mekanik ve klasik elektromagnetizma, atom fiziğindeki problemlere uygulandığında kökten yanlışlıklara yol açmaktadır. Atomlar, çok küçük Güneş sistemleri olarak düşünülemez. Atomun yapısı, ancak kuantum mekaniği temelinde kavranabilir. Daha ince ayrıntılar ise, görelilik kuantum mekaniğini gerektirir. Atomlar çok küçük olduğundan, bunların özellikleri ancak dolaylı deney teknikleriyle anlaşılabilir. Bunların başında, maddenin saldığı ya da soğurduğu elektromagnetik ışınımların ölçülmesi ve yorumlanmasıyla uğraşan spektroskopi gelir. Tüm kimyasal elementler, özgün dalga boylarında ışınımlar veren tayflar gösterir. Dalga mekaniği kullanılarak elektron kütlesi ve yükü, ışık hızı, Planck sabiti gibi bazı atom sabitlerinin yardımıyla belirtici dalga boyları ve atomun enerjileri hesaplanabilir.
Termodinamik kavramı Yunanca thermos (ısı) ve dynamic (enerji) kelimelerinden türetilmiştir. Bazı Türkçe kaynaklarda ısıl devingi olarak da geçer. Enerji, ısı, iş, entropi ve ekserji gibi fiziksel kavramlarla ilgilenir. Termodinamik yasalarının istatistiksel mekanikten türetilebileceği gösterilmiştir.[kaynak belirtilmeli]
Sadi Carnot (1796-1832), termodinamik biliminin kurucusu olarak kabul edilir.
Termodinamik her ne kadar sistemlerin madde ve/veya enerji alış-verişiyle ilgilense de, bu işlemlerin hızıyla ilgilenmez. Bundan dolayı aslında termodinamik denilirken, denge termodinamiği kastedilir. Bu yüzden termodinamiğin ana kavramlarından biri “quasi-statik” (yarı-durağan) adı verilen, idealize edilmiş “sonsuz yavaşlıkta” olaylardır. Zamana bağlı termodinamik olaylarla, denge halinde olmayan termodinamik ilgilenir.
Termodinamik yasaları çok genel bir geçerliliğe sahiptirler ve karşılıklı etkileşimlerin ayrıntılarına veya incelenen sistemin özelliklerine bağlı olarak değişmezler. Yani bir sistemin sadece madde veya enerji giriş-çıkışı bilinse dahi bu sisteme uygulanabilirler.
Çoğu optik olay ışığın klasik elektromanyetizma tanımı ile açıklanabilmektedir. Işığın elektromanyetik tanımlarını tam anlamıyla pratikte kullanmak zordur. Pratik(uygulanabilir) optikte genelde basitleştirilmiş modeller kullanılır. Bu modellerin en yaygını olan geometrik optik; ışığı bir demet olarak ele alır ve ışığı yüzeylerden yansırken, geçerken bükülen bir çizgi varsayar. Fiziksel optik ise ışığın daha kapsamlı bir modelidir. Geometrik optikle açıklanamayan dalga, kırınım, girişim olaylarını barındırır. Tarihsel olarak ışığın demet temelli modeli dalga modelinden önce geliştirilmiştir. 19. yüzyılda elektromanyetik teorideki gelişim ışık dalgalarının aslında elektromanyetik dalga olduğunu göstermiştir.
Bazı optik fenomenleri dalga parçacık ikiliğini ortaya çıkarır. Bu etkiler kuantum mekaniği ile açıklanır. Işığın parçacık modeli söz konusu olduğunda ışık foton adı verilen parçacıkların birleşimi olarak modellenir. Kuantum optiği, kuantum mekaniğini optik sistemlerine uyarlar.
Optik bilimi; astronomi, mühendislik türleri, fotoğrafçılık, tıp (Ağırlıklı olarak Oftalmoloji ve Optometri) gibi alanlarla ilişkilidir ve bu alanlarla ortak çalışır. Optiğin günlük hayatta ve teknolojide uygulaması çok fazladır: ayna, mercek, teleskop, mikroskop, lazer, fiberoptik gibi günlük eşyalarda optik biliminden yararlanılır.
Atom fiziğinden farklı bir disiplin olan nükleer fiziğin tarihçesi 1896’da Henri Becquerel’in uranyum tuzlarının fosforesans olayını araştırırken radyoaktiviteyi keşfetmesiyle başlar. Bir yıl sonra J.J. Thomson tarafından elektronun keşfedilmesiyle atomun bir iç yapıya sahip olduğu ortaya çıktı. 20. yy başlarında ise kabul edilen atom modeli J.J. Thomson’un üzümlü kek modeli oldu buna göre büyük pozitif yüklü parçacıklar, küçük negatif yüklü parçacıklarla atomun içine gömülüdür. 20. yüzyılda fizikçiler aynı zamanda atomdan yayılan alfa, beta ve gama ışınlarını keşfetti. 1911 yılında Otto Hahn ve James Chadwick tarafından yapılan deneyler sonucunda 1914’te beta bozunma spektrumun ayrılmasına göre daha devamlı olduğu keşfedildi. Diğer bir deyişle, alfa ve gama bozunmalarına göre daha çok enerji gözlemlenmiştir. Fakat nükleer fizikçiler için bu bir problem olmuştur, bu bozunmalar sonuncunda enerjinin korunmadığı anlaşıldı.
1915 yılında Albert Einstein kütle-enerji denkliği fikrini formüle etti. Madam Curie ve Becquerel’in radyoaktivite üzerine çalışmaları bundan daha eski olmasına rağmen radyoaktif enerji kaynağıyla ilgili açıklama çekirdeğin küçük bileşenler- nükleonlardan- oluştuğunun anlaşılmasına kadar beklemek zorundaydı.
Pek çok katı hâl fiziğini teorisinin ana çatısı rölativistik olmayan kuantum mekaniğinin Schrödinger dalga denklemidir. Periyodik bir potansiyeldeki elektronların dalga fonksiyonunu karakterize eden Bloch teorisi, pek çok analiz için önemli bir başlangıç noktasıdır. Bloch teorisi sadece periyodik potansiyellere uygulanabildiğinden sadece yaklaşık sonuçlar verir.