Sabuncuoğlu Şerafettin hakkında bilgi toplayınız

Sabuncuoğlu Şerafettin hakkında bilgi toplayınız. Bu kişinin tıp dünyasındaki yerini anlatan bir sunum yapınız.

Doçent Aralık 23, 2015 tarihli soruldu. Ders: Tarih.
Yorum ekle
1 Cevap

SABUNCUOĞLU ŞEREFEDDİN (D. 1385 – Ö. 1468)

Hayatı

Osmanlı hekimi, cerrah. 870 (1465) yılında yazdığı Cerrâhiyye-i İlhâniyye’de seksen üç ve 873’te (1468) kaleme aldığı Mücerrebnâme’de seksen beş yaşında olduğunu belirtmesinden hareketle 788 (1386) yılında doğduğu söylenebilir. Bu bilgilere göre 1385 yılında şehzadeler şehri Amasya’da doğmuştur. Bugün Amasya’da Sabuncuoğlu (Hacı İlyas) denilen bir mahallede adı yaşayan ünlü bir hekim ailesine mensup olup Çelebi Sultan Mehmed’in hekimbaşısı Sabuncuoğlu Mevlânâ el-Hâcı İlyas Çelebi Bey’in torunudur. Dedesi Sabuncuoğlu Hacı İlyas Çelebi ve babası Ali Çelebi de hekimbaşılık yapmıştır. Sabuncuoğlu ailesinde Şerefeddin ve dedesinde başka hekimlerde bulunmaktadır. Bu şahıslardan başka Hekim İsa olarak bilinen ve Miladi 1426 yılında ölen Hekim Lütfullah da Sabuncuoğlu ailesinin üyesiydi. Sabuncuoğlu Şerefeddin’den sonra hekim olarak önemli görevlerde bulunan aile üyesi de vardı. Yavus Sultan Selim’in İran’a kaçan oğlu Şehzade Murat’ı İran’da tedavi eden hekim Sabuncuoğlu İbrahim bunlardan birisidir.

Sabuncuoğlu Şerefeddin, Amasya’daki Bimarhane’de Burhaneddin Ahmed’ten tıp eğitimi aldıktan sonra yine burada 17 yaşında hekimlik yapmaya başlamıştır. Sabuncuoğlu Şerefeddin 14 yıl boyunca da Bimarhane’de çalışmalarını sürdürmüştür. Candaroğlu İsfendiyar Bey zamanında (1385­1440) bir süre Kastamonu’da bulunmuş, Cerrâhiyye-i İlhâniyye’yi yazdığında İstanbul’a giderek kitabını Fâtih Sultan Mehmed’e sunmuş, dönüşünde de Bolu, Gerede ve Tosya’ya uğramıştır (Mücerrebnâme, vr. 44b).

Şerefeddin Sabuncuoğlu, diğer birçok hekimin aksine özellikle cerrahî ile ilgilenmiştir. Genel olarak hekimler cerrahîye pek ilgi duymamışlar ve hatta cerrahî tedavinin gerekli olduğu durumlarda bile, ilaçla tedaviyi tercih etmişlerdir. Bunun sebebi cerrahî müdahalede hayatî tehlikenin çok yüksek olması ve bu tehlikeyi asgariye indirecek ve ameliyatı kolaylaştıracak bazı teknik imkanların bulunmasıdır. Bu tip imkanların oluşması için, yani antibiyotik, analjezik, antiseptiklerin ve bunların yanı sıra anatomi bilgisinin yeterince gelişmesi için 19. yüzyılı beklemek gerekecektir.

Osmanlı bilim dünyasında yeterince tanınmayan Sabuncuğlu’nun adına ilk defa cerrah İbrâhim b. Abdullah’ın 911 (1505) tarihli Alâim-i Cerrâhîn adlı eserinde rastlanmaktadır. İbrâhim b. Abdullah, burada onun adını vererek Mücerrebnâme’den aldığı kadın hastalıklarında kullanılan bir süpozituvarın formülünü açıklamaktadır. Sabuncuoğlu’nun öğrencilerinden Gıyâs b. Muhammed İsfahânî de II. Bayezid’e ithaf ettiği Mir’âtü’s-sıhha adlı kitabında hocasının tıptaki başarılarını överek onu örnek aldığını belirtmiştir. Amasya’da yaşamış olması ve eserlerini o günün bilim dili olan Arapça yerine Türkçe yazması Sabuncuoğlu’nun yeteri kadar tanınmamasının başlıca sebepleridir.

Sabuncuoğlu Şerefeddin’nin önemli özelliklerinden biri değişik deneyleri çeşitli hayvanlar üzerinde yaparak bilimsel sonuçlar elde etmesidir. Bazı deneyleri kendi üzerinde de yapmış ve bu deneyimleri de yazmıştır. Örneğin bir panzehirin etkisini denemek için önce o panzehiri içmiş, ardından kendini bir yılana ısırtmıştır. Kendi deyimiyle “Ne parmağı şişmiş ne de vücudunda bir belirti gözlenmiştir”.

Eserleri

Eserlerinde dönemin yaygın bilim dili yerine Türkçeyi tercih etmiş ve sadece tıp alanında eserler vermiş olan Sabuncuoğlu’nun tıp ve cerrahi ile ilgili biri tercüme ağırlıklı eserlerinin varlığı bilinmektedir.

  1. Akrabadin Tercümesi (Akrabazin Tercümesi); Beyazıt’ın valiliği döneminde hekimbaşı ve diğer hekimlerin talebi üzerine Şerafeddin Zeyneddin bin İsmail -ül Cürcani’nin “Zahire-i Harzemşahi” adlı eserindeki Akrabadin (farmakolojik) bölümünün çevirisidir. Sabuncuoğlu tercümeye iki bölüm eklemiştir. Sabuncuoğlu otuz bir bab olan bu bölümü ilâveler yaparak otuz üç baba çıkarmıştır. İlâçların hazırlanma usulleriyle başlayan kitap daha sonra müfred ve mürekkeb ayırımıyla ve macun, eyâriç, cevâriş, ıtrıfil, kurs, süfûf, laûk, şurup, perverde, gargara, yağ ve merhem sıralamasıyla ilâçların formüllerini verir. Kenan Süveren GATA Tıp Fakültesi’nde bu eserle İbn Sînâ’nın aynı adlı eserini tıp ve bilim tarihi açısından karşılaştırdığı bir doktora çalışması hazırlamıştır (Ankara 1991).
  2. Cerrahiyye-i İlhaniyye (Cerrahiyyetü’l-Haniyye); Eserin bilinen üç kopyasından ikisi İstanbul Fatih Millet Kütüphanesinde diğeri de Paris Bibliotheque National’dedir. 11. yüzyılda Endülüs’te yaşamış olan Ebû’l-Kâsım Zehrâvî’nin Kitâbü’l-Tasrîf adlı eserinin cerrahî ile ilgili kısmının tercümesi olduğu ileri sürülmüştür. Eserde 138 resim ve 168 alet resmi bulunmaktadır. Kitabın en önemli özelliği, tıp tarihinde ve Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk defa cerrahî müdahaleleri gösteren minyatür tekniğinde yapılmış çeşitli resimler içermesi ve sade bir Türkçe ile kaleme alınmış olmasıdır. Bu sebeple hakkında tıp tarihi, Türk dili ve resim sanatı açısından pek çok çalışma yapılmıştır. Ancak Sabuncuoğlu her ne kadar büyük ölçüde Kitâbü’l-Tasrîf eserinden yararlanmışsa da, eseri tam olarak tercüme ettiği söylenemez. Eserde, yer yer kendi gözlem ve deney sonuçları da yer almaktadır. Doğal olarak, Sabuncuoğlu kendinden önce yaşamış belli başlı cerrahlardan olan Zehrâvî’den yararlanmak zorunda idi, ancak bir hekim, bir cerrah olarak kendi çalışmalarıyla mevcut bilgiyi kaynaştırmış ve bize bu terkibi sunmuştur.

Zehrâvî’nin eserinde yapılan ameliyatlar ve bu ameliyatlarda kullanılmış olan aletler verilmiştir. Halbuki Sabuncuoğlu’nda gerçekten önemli bir katkı daha vardır ki o da, aletlerin yanı sıra ameliyatın nasıl yapıldığını gösteren temsili resimlerin mevcut olmasıdır. Bu resimlerde hasta ve doktorun pozisyonu ile aletlerin nasıl kullanıldığı da görülmektedir. Böylece kullanılan cerrahî tekniğini de açık ve seçik olarak görmek mümkün olmaktadır. Günümüzde de zaman zaman yazılı açıklamalara yardımcı olmak üzere bu tip şemalar verilmektedir. Eserin tıpkıbasımı ve transkripsiyonu Prof. Dr. İlter Uzel tarafından geniş açıklama ve notlarla birlikte iki cilt halinde yayımlanmıştır (Ankara 1992). Bu kitabın 3 bab-ı vardır. 1. Bab da 54 tedavi, 7 alet ve 4 insizyonla, uzuvların ve hastalıkların dağlanması anlatılırken, 2. Bab da 58 tedavi, 131 alet ve 10 insizyon ile cerahatlerin yarılması, dikilmesi ve tedavisi anlatılmıştır. 3. Bab da 24 tedavi ile 11 alet kırık ve çıkıkların tedavisi hakkında bilgi vermektedir.

Bu eserin bir diğer özelliği de sistematik bir metotla kaleme alınmış olmasıdır. Üç bab üzerinde kaleme aldığı eserinin her bab’ın fasıllarında ayrı hastalığın tedavisi izah edilmektedir.

Bu kitabı Türkçe yazmasının nedenini ise şu şekilde açıklamıştır; bu devirde Rum kavimleri Türk dilini kullanmaktadır. Ayrıca bu dönemin cerrahlarının çoğu okuma yazma bilmemektedir ve okuma yazma bilseler bile hepsi Türkçe kitap okumaktadır. Böylece bu kitabı Türkçe yazmakla bundan daha fazla kişi faydalanabilecektir ve bu sayede işin aslını öğrenip, birçok sorunlarını çözerek kendilerini hatadan ve beladan koruyabileceklerdir.

  1. Mücerrebname (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 3619); Sabuncuoğlu 873’te (1468) yazdığı eserin önsözünde kitabını Amasya’daki hekim çevresinin isteği üzerine kaleme aldığını söyler. İlk defa Rusçuklu Hakkı tarafından 1920 yılında İkdam gazetesinde tanıtılan kitapta çeşitli hayvanlar, insanlar ve müellifin kendi üzerinde denemiş olduğu ilâçların hazırlanışı ve kullanılışı anlatılmaktadır. Özellikle bazı zehirlerle ilgili yaptığı hayvan deneyleri ön plana çıkmaktadır. Bu deneylerde denek olarak horozları kullanmıştır. Bugünkü vak‘a takdimlerine benzer ifadelerin yer aldığı eser on yedi bölüm olup bölümler ilâçların etki ve kullanım alanlarına göre düzenlenmiştir; bu sebeple ilâçlar çok kullanılandan az kullanılana doğru sıralanmıştır. Eser Türk tıp tarihinde bir hekimin kendi buluşu ilâç ve tedavi metotlarını anlattığı ilk monografi olması bakımından önemlidir. Bursalı Mehmed Tâhir, ayrıca Müfîd (Nazmü’t-teshîl) adlı bir eserin Sabuncuoğlu’na ait olduğunu bildirmekteyse de (Osmanlı Müellifleri, III, 220) yapılan incelemeler sonunda kitabın Sabuncuoğlu’nun öğrencisi Muhyiddin Mehî’ye ait olduğu anlaşılmıştır.
  2. Halimi’nin Manzum Eseri (Farsça); eser (863H/1459M) yılında Farsça olarak yazılmıştır ve 866H/1462M yılında Sabuncuoğlu tarafından istinsah edilmiştir. Bu eser Sabuncuoğlu’nun bilinen en eski otografı kabul edilir. Sabuncuoğlu bu eseri, iyi bir hattat olması sebebiyle istinsaf ettiği bilinmektedir.
  3. Müfid; Şerefeddin’nin bu eser ile ilgili Mehmet Tahir “Şerefeddin’in bir de manzum tıbbi eseri vardır ve Sabuncuoğlu lakabı yazılıdır” demektedir. Ancak Prof. Dr. Uzel adı geçen eserin Şerefeddin’nin değil öğrencilerinden Muhyiddin Mehyi tarafından yazıldığını söylemektedir. Bu eserin öğrencisi tarafından yazıldığı ve iyi bir hattat olduğu için Sabuncuoğlu tarafından kaleme alındığı fikri kabul edilmektedir.
  4. Fütüvvetname; Amasyalı tabip ve cerrah Sabuncuoğlu’na ait olup olmadığı hususunu eldeki veriler ve çıkarımlar doğrultusunda objektif olarak tespit edilmeye çalışılmaktadır. Eserin farklı nüshalarının ortaya çıkması ve daha değişik bilgi ve belgelerin ışığı altında, bu tespit ve değerlendirmelerde farklı sonuçlar elde edilecektir. Eserin başında müellif künyesini açıkça belirtilmiş olmasına karşın, aksi kesin olarak ortaya konulmadıkça bu Fütüvvetnâme’yi Sabuncuoğlu Şerefeddin’in bugüne kadar ortaya çıkmamış bir eseri olarak kabul etmek en doğru yol olacaktır.

kaynak: https://amasya.edu.tr/media/385046/sabuncuoglu.pdf

Doçent Bu cevap Aralık 24, 2015 tarihli.
Yorum ekle

Cevabın

Cevabınızı göndererek, gizlilik politikasını ve hizmet şartlarını kabul etmiş olursunuz.